Hangi Sünnülük

Sosyoloğ, İlahiyat Öğretim Görevlisi ve Din bilim adamı Mustafa Cemil Kılıç'ın kitabından özetle:

Dede Zeynel Abidin Haydardedeoğlu


Yine bir bilim adamından gerçeklein iç yüzü.....
Sünni inanç arasında çıkan yeni ayrışmalar gün geçtikçe artmaktadır. Bunlardan biri de Vahhabilik akımıdır. Vahhabiler kendilerini Hanbeli olarak gösterselerde yorum ve tutumları nedeniyle islam dünyasının en aykırı dinsel akımlardan biri durumundadır. Arap milliyetçiliği düşüncesiyle yoğrularak Araplığa yönelmişlerdir.

Bütün bunlar ortadayken Alevileri Sünniliğe çağırmakta olanlara sormak gerek;
Aleviler hangi Sünniliğe itibar etsinler ? Sünnilik denilen yekpare bir dinsel anlayış mevcut mudur ki ona itibar etsinler ?
Kendi aralarında bile bu denli çelişkilere sahip olan Sünni akımların hangisini tercih edeceksiniz de hidayete ereceksiniz ?

İslam tarihinde mezhepler ve tarikatler oluştuğundan bu yana hiçbir mezhep ve tarikatten yana olmayan ; “Allah-Muhammed-Ali” yolunu israrla sürdüren Aleviler – Beltaşilere Sünni ve Şii mezhep ve tarikatler “sizin yaptığınız ibadet doğru değil, bize gelin” demektedirler.

“Allah, Muhammed, Ali, Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli” ve bunların iz sürücülerinin yolundan giden Aleviler, Bektaşileri kendilerine çağıran Sünni ve Şii Ulemanın tarihi ısrarı, İslam tarihi kadar eskidir.

Üstelik bu çağrı tarih boyunca sadece masum çağrılarla kalmamıştır. Tarihimizin gördüğü her tür baskıcı, yok edici yöntemden Alevilie – Bektaşiler kendi payına düşeni fazlasıyla almışlardır. Bu çağrılar Aleviler – Bektaşiler tarafından tarihte misli görülmedik acı faturalarla ödenmiştir.

Halbu ki, İslamda dinin Peygamberi Hz. Muhammed’in vefaatından sonra süreç içinde İslamı kendine göre yorumlayan ve adlarına mezhep ve tarikat denilen bir dizi farklı yorum olmuştur.

İslamda oluşan bu mezhepler ve tarikatler dinin en temel konularında bile birbirine taban tabana zıt düşüncelere sahip bulunuyorlar. Örneğin ; en temel dinsel konular olan, abdest, namaz, oruç, teravih namazı, Cuma namazı, hac, zekat gibi konularda bile kendilerine Sünni mezhep ve de tarikat diyen oluşumlar birbirine çok aykırı zaman zaman tamamen zıt anlayışlara sahip bulunuyor.

İslami uygulamalara baktığımızda ; Hanifiler ibadetlerini Hanifi camilerinde yaparlar. Şii camilerine gitmezler. Şiiler Hanifi camilerine gitmezler. Hanbeli Sünniler ve Maliki Sünniler de Şii ve Hanifi camilerine ibadet için gitmezler. İbadetlerini kendi camilerinde yaparlar.

Durum bu iken ikide bir kalkıp İslamiyetin Türkçe yorumu olan,Türkçe konuşması olan Aleviliği Sünni İslami benimsemediği için eleştiren ve Sünniliğe çağıran Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’na demezler mi?

“Peki iyi ama o zaman hangi Sünnilik !..” Siz Alevileri hangi Sünniliğe çağırıyor sunuz ? Selefiliğe mi ?, Maturidiliğe mi ?, Vahhabiliğe mi ?, Eşariliğe mi ?, Hizbullaha mı ?, Nakşiliğe mi ?, Nurculuğa mı ?, Nurculuk ise o zaman hangi kanadına ?, Nakşilik ise, Nakşiliğin hangi kanadına ? VS. VS...

O zaman Aleviliği asimile etmek için yaptığınız çağrı ile komik bir duruma düşüyorsunuz. Aleviliği hafife alırken kendinizi hafif bir duruma düşürüyorsunuz. Aleviler arasında inanç bakımından ortak nokta sünnilikle kıyaslanmayacak kadar bir durum arzetmektedir.

Alevilerin, ibadeti olan Cem’in ve ibadetlerinin yapıldığı Cem Evinin tarihi İslam tarihi ile yaşıttır. Alevilerin orucu olan Muharrem Orucu’nun tarihi de İslam ile yaşıttır.

İslamiyete inanan; “Allah-Muhammed-Ali” diyerek yüzyıllardır ibadetlerini Cem Evlerinde ana dilleriyle yapan Alevilerin ibadetini küçümsemeyi İslamiyete inandığını söyleyenlere yakışıyor mu ?

Bilindiği üzere Aleviliğin teolojik (Tanrı bilimi ) temelini, Kırklar Meclisi ve Kırklar Cemi inancından oluşturmaktadır.Alevilerin ibadet yeri olan Cem Evleri, camilerle eşit statüde ibadethaneler olarak resmen kabul edilmelidir. Alevi inancında camilerin hiçbir biçimde yeri yoktur. Alevilerin ibadeti Cemdir. Alevilikte camilerde icra edildiği biçimle bir namaz ibadeti yoktur. Alevilerin orucu Muharrem’dir. Alevilikte Ramazan orucu yoktur.

Alevilerce geliştirilen bir söylemle ifade edersek ; Sünnilik, Hz. Muhammed’in sünnetine uymaksa gerçek sünniler aslında Alevilerdir. Hz. Muhammed, Gadiri – Hum’da Hz. Ali’yi Veli ve Vasi tayin etmemiş miydi ? Hz. Muhammed’in en büyük sünneti bu değil miydi ? Biz Hz. Ali’nin Veli ve Vasi olduğuna inandığımız için aslında Hz. Muhammed’in sünnetine uyanlarız. O halde gerçek sünni biz değil miyiz ?

Hz. Muhammed ;

“Ali’yi seven beni sever. Beni seven Allah’ı sever”.
“Ben kimin Mevlası isem Ali’de onun Mevlasıdır.”
“Ali’nin eti etimdir, Ali’nin canı canımdır. Ali’nin kanı kanımdır.”

“Harun, Musa için neyse Ali’de benim için odur”demek suretiyle sünnetini ortaya koymuş değil midir ? Sünni olduklarını idda edenler bu sözlere rağmen Hz. Ali’nin Halifeliğini kabul etmediler.

Hz. Muhammed ve Hz. Ali, Kırklar Ceminde birlikte Ayini Cem yaparak ibadet etmiştir. Hakk’ı zikredip Semah dönmüşlerdir. Hz. Muhammed ve Hz. Ali’nin yaptığı ibadet gerçekte Cemdir. Oysa Sünniler bu gerçeği reddedip Kırklar Cemine masal ve mitolji yakıştırması yapmaktadırlar. Aslında Hz. Muhammed’in sünnetine aykırı davranmaktadırlar.

Tanrı katında kadın erkek ayrımı olmadan bütün insanların eşitliği dinsel birken, Sünnilikte bu eşitlik kabul edilmeyerek kadınların ibadet yöneticisi olmaları da caiz görülmemektedir. Kaldı ki, Sünnilikte kadın toplum yöneticisi, devlet başkanı bile olamaz. Bu da önemli bir çelişki olarak durmaktadır.

 Sünni inanca göre, İslamın en kutsal ibadet yeri olan Kabe’de / Mescid’i Haram’da kadın erkek bir arada bulunulmasının mahsuru yokken, değer bakımından daha alt düzeyde olan diğer ibadethanelerde ise bu durum son derece mahsurlu görülmektedir.

 Alevi inancında ise kadın ve erkek hayatın her alanında eşittir. İbadet ederken de, idarecilikte de kadın ve erkeğin eşitliği Alevilikte temel bir ilkedir. Bu konuda Hz. Hünkar Hacı Bektaşi Veli şöyle buyurmaktadır :

“Erkek, dişi sorulmaz muhabbetin dilinde,
Hakk’ın yarattığı her şey yerli yerinde.
Bizim namazımızda kadın erkek farkı yok,
Eksiklik, naksanlık senin görüşlerinde...”

Alevi inancında, namaz ibadeti Cem adını almaktadır. Namaz, “Halka namazı” yada “niyaz” adı da verilmektedir. Cem ibadeti İslamın namaz buyruğunun uygulanma biçimidir. Teolojik olarak kaynağı Kırklar Meclisidir. İcra edildiği yer Cem Evidir.

Bu konudaki Alevi anlayışın daha net anlaşılması için şunları aktaralım :

1 – İslam dinine göre namaz bir dua etkinliğidir. Bu etkinlik bireysel olarak yapılabileceği gibi toplu olarak ta yapılabilmektedir.
2 – İslam dinine göre namazın belli bir şekli yoktur. Her toplum kendi kültürü / gelenekleri çerçevesinde bir takım şekiller ihdas edebilir.
3 – İslam dinie göre günlük olarak beş yada üç vakit namaz söz konusu değildir. Namazın gerek şekli gerekse de ihdas edilmiş vakitleri tümüyle zorlama yorumlara ve Orta Doğu ve Arap halklarının geleneklerine dayanmaktadır.
4 – Alevi – Bektaşilerin ibadet konusunda geliştirdikleri içtihat, mensup oldukları kültürlerin doğal sonucudur. Bu bağlamda Cem ayini, İslamın ibadet emrinin Alevi ve Bektaşilerce uygulanma biçimidir.
5 – Alevi – Bektaşilerin ibadeti Cem  ibadetidir. Başka türlü bir ibadet Alevi inanç ve kültüründe olmadığı gibi Alevi geleneğine de aykırıdır.
6 – Cem ayini, içerisinde barındırdığı dara durma yani kıyam, tecella ve temenna yani rukü ve ayrıca defalarca icra edilen secdesiyle islamın ibadet buyruğunu karşılıyan en güzel davranışlardır.
7 – Cem ayini yerine başka türde bir namaz benimsemek yada bunu savunmak Aleviliğin eritilme çabasından başka bir şey değildir.
8 – Kuran’da vakti hiçbir yoruma gerek duyulmadan açıkça belirtilen tek ibadet Cuma ibadetidir. Alevi – Bektaşilerin Cem ayinlerinin yapılış vakti yani Perşembeyi Cumaya bağlayan gece Cuma ibadeti vaktidir. Cuma ibadetinin vakti Cuma günü süresinin tümüdür. Bu sürenin her hangi bir bölümünde ibadet ifa edilebilir.
9 – Cuma namazı yada Cuma ibadeti Kuran’da kadın erkek ayrımı yapılmadan tüm inananlara emredilmiştir. Bu bağlamda Alevi – Bektaşilerin kadın – erkek birlikte Cem yapmaları Kuran’sal buyrukla örtüşen gerçek bir ibadet hüviyetindedir.
10 – Namaz konusunda yüzyıllardır süren Sünni ve Şii uygulamalarının bir inanç ve akıl tutulması olduğu açıktır. Sünni ve Şiilerin bu konudaki yorumlarına, Alevilerin gösterdiği saygı eşit düzeyde bir karşılığı hak etmektedir. Bu bağlamda Alevilerin ibadet ile ilgili olarak geliştirdikleri yorum ve uygulamalara da Sünni Ve Şii din bilginleri de aynı şekilde saygı göstermek zorundadırlar.
11 – Kuran’da, Allah’ı yatarken, ayaktayken ve otururken de anılmak suretiyle ibadet edilebileceği net bir biçimde belirtiğinden ibadeti belli bir şekle hapsetmeğe çalışmak isabetli bir tutum değildir.
12 – Alevi –Bektaşi inancına göre Cem ayininin teolojik kökeni KırklarMeclisidir.

Pir Sultan’ın namaz kılmaması meselesi de doğrudur. Zira Alevilikte namaz yoktur. Cem  vardır. Cem, Alevilerin namazıdır. Nitekim gerekçelerden biri Pir Sultan’ın Cem Ayini yaptığıdır ki, Alevilikte ibadet olarak namaz değil Cem vardır.

Hak mezhepler denilen Sünni ekollerin içinde bulunduğu durumu yansıtması bakımından aşağıya aldığımız tümceler gerçekten dikkat çekicidir : “Hanifi mezhebinde namaz kımaya başlamayan dövülür. Hanbeli, Şafi ve Maliki mezheplerinde ise aynı şahıs namaz kımaya başlamazsa öldürülür. Yani aynı fiili yapan iki kişiden biri cennetlik, diğeri ise cehemnemlik olacak. Böyle din olur mu ?

 Alevi inancına göre abdestten ve namazdan amaç temiz olmaktır. Bedenin su ile ruhun abdesti iman ve ihlas iledir. Yani manevi arınma iledir. Hak mezhepler diye yüceltilen Sünni ekollerin ihtilafa düştükleri bir diğer ibadet te oruçtur. Tersine ihtilaflar o kadar derindir ki bir mezhebe göre yaprığınız bir eylem  büyük sevaba girmenizi sağlarken, öbür mezhebe göre ise sizi günahkar yapmaktadır.

Oruç tutmaktaki amaç nefsi terbiye etmek ise o halde “nefis terbiyesi sadece Ramazan ayında olur, başka bir ayda olmaz” demek yersizdir, yersiz olduğu kadar gülünçtür de. Alevilerin oruç ayı içtihadi olarak Muharrem ayıdır. Muharrem ayında oruç tutmak Yüce Allah’ın oruç tutma buyruğunu yerine getirmek amacıyla ifa edilen bir ibadettir. Çünkü, Muharrem Ayı bir çok Peygamberlere kurtuluş ve şükür ayı olmuşken ; Peygamberimizin vefatından 42 yıl sonra Muaviye Süfyani Düzeninin kanlı ordusu Cenabı İmam Hüseyn’i Kerbela meydanında şehit edince, artık şükür günleri olan Muharrem  Ayı , yas ve matem günü olmuştur. Muharrem Ayı gibi faziletli ayda bile vahşet yapmaktan haya etmeyen Süfyani Düzeni, üstelik Alemlere Rahmet gönderen bir Peygamber evlatlarını en caniyane, acımasız kanlara boyadılar.

Pir Sultan’ın oruç tutmaması meselesi de doğrudur. Pir Sutan, Osmanlı Şeyhülislamlarının gözünde sözde tek hak oruç olan Ramazan orucu değil, Aleviliğe göre Hak oruç olan Muharrem orucunu tutmuştur. Nitekim Pir Sultan Abdal’ın bu konuda ünlü bir deyişi vardır :

Birini tutan Hakk’ın yeter,
İkisin tutan günahın atar.
Üçünü tutan cenette yatar,
Engür olmuş Hakk ceminde ezilir.

Dördünü tutana Veli derler,
Beşini tutana Ulu derler.
Altısını tutana dolu derler,
Engür olmuş Hakk ceminde ezilir.

Yedisini tutan havada uçar,
Sekizin tutan hülleler biçer,
Dokuzun tutan cennetin açar,
Engür olmuş Hakk ceminde ezilir.

Pir Sultan Abdal’ım onunda zahmet,
Onbirini tutana indi rahmet,
On iki tutana nasiptir cennet,
Engür olmuş Hakk ceminde ezilir.

Alevi geleneğinde Ramazan orucu tutmak yoktur. Bu tavır, Alevi kimliğinin en ayırt edici özelliklerinden biridir. Sünni İslam inancının beş şartından biri olan zekat ibadeti konusunda da, Sünni ekoller arasında görüş ayrılıkları vardır. Özellikle zekatın hangi mallardan verileceği hususunda derin ihtilaflar mevcuttur.

Alevi inancı açısından zekat toplumsal dayanışma ve yardımlaşma anlamına gelmektedir. Cem Evlerine yapılan bağışlar ve dağıtılan lokmalar, gerekse Müsahiplik kurumu, dolayısıyla gerçekleştirilen sosyal dayanışma Alevi –Bektaşi toplumunda yoksulluğu yok denecek kadar azaltan uygulamalardır.

 Alevi- Bektaşi felsefesinde veya inancında canı cana, malı mala katmak anlayışı vardır. İşte Alevi –Bektaşi inancının sunduğu erdem ve yücelik böylesi insalcıl, eşitlikçi ve barışcıdır. Bu inancın özlem duyduğu barışı ve kardeşliği sağlayacak biricik yol olduğu gerçeğini ilan etmekten kıvanç duyarız. 

Sünni İslamın temel ibadet şekillerinden biri olan Hac ibadeti konusunda da Sünni ekoller arasında tam bir görüş birliği yoktur.
Hac sözcüğü anlam itibariyle ziyaret demektir. Kelimenin terim anlamı her hangi kutsal bir yeri belli kurallar çerçevesinde ziyaret etmektir. Hacca gidip Kabe’yi ziyaret ederek Allah’ın evini ziyaret ettiklerini düşünen insanlara; Alevi Uluları yüzyılardır Allah’ın gerçek evinin insanların kalbi olduğu gerçeğini haykırıyor.

Alevilik, Türkmen mistisizmi ile örülmüş bir inanç olarak hemen hemen her dinsel konuda olduğu gibi Hac ibadeti konusunda da batini / içsel yorumlarıyla vücut bulmaktadır. Alevi ve Bektaşiler için Kabe kutsal bir mekandır. Her şeyden önce Hz. Ali’nin doğduğu bir mekan olarak ta kabul edildiğinden Kabe Aleviler için kutsallığında kuşku bulunmayan bir binadır. Kabe, zahir aleminde Tanrı’nın evidir. Ancak, batında Allah’ın evi hiç kuşku yok ki insanın kalbidir. İşte bu nedenle büyük Alevi Ozanı Yunus Emre;

“Çalış, kazan, ye, yedir,
Bir gönül ele getir.
Yüz Kabe’den yeğrektir,
Bir gönül ziyareti...” demektedir.

Yine Yunus Emre  bir başka nefesinde ;
“Yunus Emre der ey hoca,
İstersen var bin Hacca,
Hepsinde iyisi, Bir gönüle girmektir...” diyor.

Aleviler Allah rızası için bir yolculuğa çıkıp belli kutsal mekanları ziyaret etmek suretiyle de Hac ibadetini yerine getirdiklerine inanırlar. Örneğin ; Hacı  Bektaş’ın Türbe ve Dergahını ziyaret etmekte, orada dua edip kurban kesmekte, düzenlenen Cem ayinine katılmakta bir Hac ibadetidir. Türkmen Piri Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin güzel bir deyişi ;

“Hararet nardadır, sacda değil,
Keramet baştadır, tacda değil,
Her ne ararsan kendinde ara,
Mekke’de Kudüs’te, Hacda değil...” diyor.

Aleviliğin, inançsal bütünlüğünün ana omurgasını oluşturan unsurlar şunlardır: Aleviliğin, ibadeti ayini Cemdir., namaz değil.
 Aleviliğin, orucu Muharrem’dir, Ramazan değil. Aleviliğin, ibadet yeri Cem  Evidir, camiler değil. Alevilerin, inanç önderleri dedeler ve babalardır, Mollalar değil.  Alevilere göre okunacak en büyük kitap insandır. Alevilere göre insan konuşan Kuran’dır. Alevilere göre bağlama telli Kuran’dır. Alevilere göre Semah Hz. Muhammed’in müminlere armağan ettiği bir ibadettir. ;

Alevilere göre Hz. Muhammed Nebi, Hz. Ali Velidir. Alevilere göre Hz. İmam Ali tanrısal bir kimliğe sahiptir. Aleviler taştan bir binaya değil insana secde ederler. Tüm bunlara karşın büyük bir alçak gönüllülük örneği olarak “Yol bir, süreç binbirdir” derler.

Türkiye’deki pek çok Sünni cemaat mensubu kendi cami dışında başka bir camide, başka bir cemaate mensup imamın ardında namaz kılmamayı tercih etmektedir. Cemaatler birbirlerine ve birbirlerinin liderlerine karşı kuşkular duymaktadırlar.

Sünni inanç arasında çıkan yeni ayrışmalar gün geçtikçe artmaktadır. Bunlardan biri de Vahhabilik akımıdır. Vahhabiler kendilerini Hanbeli olarak gösterselerde yorum ve tutumları nedeniyle islam dünyasının en aykırı dinsel akımlardan biri durumundadır. Arap milliyetçiliği düşüncesiyle yoğrularak Araplığa yönelmişlerdir.

Bütün bunlar ortadayken Alevileri Sünniliğe çağırmakta olanlara sormak gerek; Aleviler hangi Sünniliğe itibar etsinler ? Sünnilik denilen yekpare bir dinsel anlayış mevcut mudur ki ona itibar etsinler ?  Kendi aralarında bile bu denli çelişkilere sahip olan Sünni akımların hangisini tercih edeceksiniz de hidayete ereceksiniz ?