BU SAYFA HAZIRLIK AŞAMASINDA ... LÜTFEN BEKLEYİNİZ.....Ahmet Yesevi’nin torunları olarak bunca yıl Alevilik üzerinden rant sağlanmasına ve değişik yöntemlerle bu felsefenin yanlış yönlendirilmesine bir ölçüde dur demek istiyoruz. Tarihi yanlışları düzelterek, Alevi ve Bektaşi düşüncesinin gerçeklerini ortaya koymaya çalışacağız.
Yaygın kanı, Alevilik ve Bektaşiliğin tarihcesinin Hz. Ali’ye ve ehlibeyte bağlı olduğu yönündedir. Oysa bu inanç, İslamiyet’den de çok önce var olan bir düşünce, sosyo-ekonomik olarak bir düzen ve yaşam biçimidir. Alevilikde Hz. Ali’nin yeri bir ayrıcalık yaratmıştır. Çünkü asırlardır var olan Türklerin inanç ve düşüncesini canı pahasına Arap dünyasıyla tanıştırmıştır. Bunun da ötesinde Hz. Hüseyin’in Yezid tarafından adaletsizce katledilmesi bu bağlılığı iyice pekiştirmiştir. Arap Aleviliği ve Türkiye Aleviliği arasında oldukca büyük farklar vardır. Hz. Ali’nin Arap aleminin İslamiyeti henüz kabul ettiği günlerde 40’lar Cemini kurmasıyla ona ve ehhlibeyte Türkler arasında ayrı bir sevgi seli doğmuştur.
Ateş, Su, Gök ve Yer gibi eski Türk inançları öncelikle Şamanizm, Çin’lerin Taoism, Budizm ve Konfüçyus ardından Museviliğin Kabala, Hristiyanlığın Gnostik Manheism ve Yunan mitolojisinin inanç ve düşüncelerinden de etkilenmiştir. Son olarak da İslamiyetin zenginliğini de harmanlayıp heteredoks (dinler üstü) bir düşünce oluşturmuştur. Alevilik evreninin yüceliğine ve evrimsel oluşumunu asırlarca önce kabul etmiştir. Yani eski bir deyimle; Ne zamandan beri varsın diye sorulan bir soruya Aleviler "Galu Beladan Beri" diye cevap verir. Yani evrenin sonsuzdan buyana yokdan var olduğunu savunur. Bu bağlamda felsefi yanı oldukca güçlü olan bir düşüncedir.
Big Bang teorisinde bile Evrenin yaratılışı, bundan bir asır önce, astronomların önemli bir bölümü tarafından gözardı edilen bir kavramdı. Bunun nedeni ise, 19. yüzyıldaki bilim anlayışının, evrenin sonsuzdan beri var olduğu varsayımını benimsemesiydi. Alman felsefeci Immanuel Kant "sonsuz evren" iddiasını Yeni Çağ’da ilk kez gündeme getiren kişiydi.
Bu "sonsuzdan beri var olan evren" fikri, Batı düşüncesine materyalist felsefe ile birlikte girmişti. Eski Yunan'da gelişen bu felsefe, maddeden başka bir varlık olmadığını savunuyor ve evrenin sonsuzdan gelip sonsuza gittiğini öne sürüyordu. Aslında materyalizm, Ortaçağ'da Kilise'nin hakim olduğu dönemde rafa kaldırılmıştı. Ama Rönesans'tan sonra batılı bilim ve fikir adamlarının yeniden eski Yunan kaynaklarına merak sarmaları ile birlikte, materyalizm de yeniden kabul görmeye başladı.
Aleviliği yalnızca din olarak görmek son derece yanlıştır. Peki asırlarca var olan ve İslamiyetden de önce yaşayan bu düşünce neydi? İşte bir kaç örnek:
Herşeyden önce Alevilik yenilikçi bir felsefedir. Dünün reformu bu gün için yaşlanmış sayılır. Yazılı hurafe ve dinler insanın yaratıcılığına, yani yetenek gücüne sınır koyduğundan farklı dinleri de kucak açar. İnsanlığın sosyo-kültürel yapısı, medeni hali, sosyal adalet, paylaşım, doğanın korunması, inanç, bilim ve eğitime özellikle vurgu yapar. Çeşitli kurallarla donatılmış bir kültür, yaşam biçimi ve yönetim sistemidir. Asırlarca polis düzenine gerek duymadan yaşam süren bir rejim ve yönetim düzenidir.
922 yılında Mansur “Enel Hak” dediği için katledilmişti. Yaratıcının insanda bütünleştiğini ve insanı kamilde odaklandığını, varlığın bütünlüğünü üstün saydığı için asılmıştı.
Ahmet Yesevi 12.yy “Enel Hak”’dan hareketle yarattığı Divanı Hikmet düşüncesi ile, Türklerin eski inançlarına Türkçe’yi kullanarak akıl ve ilmi de eklemiş ve Hacı Bektaş ve 40 erenler aracılığıyla Anadolu insanının ayrılmaz inancı olmuştur.
Yine aynı bağlamda, “Vahdeti’ Vücut” yani varlığın bölünmez bütünlüğü anlamına gelen “Ben ve Yaratıcı içimde bütünleşmiştir” felsefesini Anadolu’ya geldiğinde sistemli biçimde ilk anlatan, Muhittini Arabi olmuştur.
Ancak, Enel Hak ve Vahdeti Vücut aynı felsefe olsalar da, iki farklı dilde öğretilmiştir. Mansur’un Enel Hak’ı güncelleştirilip Divanı Hikmet kapsamında Hacı Bektaş tarafından öz Türkçe olarak öğretilirken, Vahdeti Vücut düşüncesi Nakşibendiciler tarafından farklı yöne çekilmiş ve Arapça olarak işlenmiştir.
Ne varki, Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim’le başlayan Kanuni ve II. Selim’le devam eden ve III Murat döneminde ivme kazanan 600 yıllık devlet baskısı, Aleviliğin gelişimini bir ölçüde engellemiş ancak yok edememiştir.
Bugün dünyanın değişik bölgelerinde yaşayan Alevilik geleneği farklılaşmalarla bir ölçüde erozyona uğramış olsa da özünü korumayı sürdürmüştür. Faklılık bir derece zenginlik oluşturmuş fakat devlet baskısı çoğu Alevileri kimlik değiştirerek yaşamaya yani, Kızılbaş, Tahtacılar, Cepniler, Boşnaklar,Mulhid ve Rafiziler (yani “Refusers” – kabul etmeyen anlamında) Sıraç ve daha birçok takma adlarla kendilerini tanımlamışlardır.
Son zamanlarda Alevilik ve bektaşiliğin farklı olduğu yönünde yorumlar yapılmaktadır. Şehirlerde yaşayanlar Bektaşi, taşra da yaşayanlar ise Alevidir denmektedir. Sosyolojik farklılaşmayla ayrı kimlikler oluşmasında Bektaşilik’de Hacı Bektaş’a endekslendiği için eşdaşdır, farklı düşünce değildir. Faklı olduğunu bile düşünmek yanlıştır.
Türkiye’de bilinçli olarak yaratılan farklı tarikatlar inancı tabulaştırmıştır. Alevilik de de bu tabulaşmanın içine çekilmeye çalışılımıştır. Oysa Alevilik tarikat ehlini çokdan aşmış, ilimin yolundan gitmeyen düşünce karanlığa saplanmak zorundadır ilkesini savunmuştur.
Alevilikde dört ayrı dedelik erkanı süregelir.
Çelebiler ve Kalenderilerde Ocakzade evlatlarıdır. Ancak, Dedebabalar Ocakzadeler tarafından atanmış Alevilik düşüncesi konusunda eğitilmiş uzmanlardır.
Alevi Bektaşi kültüründe inancın temel taşını oluşturan dört kapı kırk makam asırlarca süregelen gelenektir. Ne varki, bunca yıl sünni kalem ustaları bunu iman, namaz ve niyazla karıştırmışlardır. Dedelik kurumunu bir çıkar, sömürü aracı olarak gören dedeler de sünni yazarlara malzeme sağlamışlardır. İşte bizce atamızdan yadigar kalan sözler.......
Aleviliğin ilk temel taşı olarak şu sıralamayı yapabiliriz:
Şeriat - Ateş,
Tarikat - Su,
Marifet - Gök,
Hakikat - Yer. (Topraktır)
Bir başka söyleyişle:
Şeriat - Anadan doğmak;
Tarikat - İkrar verip, peyman almak;
Marifet - Nefsini Bilmek, ölmeden ölümü tadmak;
Hakikat - Özünü bilmektir.
Yine bir başka deyişle, dualarımızda bile bizim yolumuz altıgendir diye geçer.
Bu deyişe biz şu gözle bakarız.
Şeriat - Ateş,
Tarikat - Su,
Marifet - Gök,
Hakikat - Yer. (Topraktır)
Hak için
Hak aramak - Akıl
Hakla
Bütünleşmek - İlimdir
Görüleceği üzere; Alevi Bektaşi düşüncesi doğayla bütünleşmiş hakkı akılla aramış, ilim ışığıyla da düşüncesini hep yenilemiştir. Bu bağlamda biz dört kapıyı bir akedemik eğitim, kemale ulaşmak için bir sınav olarak görmekteyiz. O nedenle de, dört kapıya şu pencereden de bakarız:
Şeriat - Bir ilkokul,
Tarikat - Ortaokul,
Marifet - Lise,
Hakikat ise - Üniversite
Hakı aramak - Lisans ve Üstlisans Yapmak
Hakla
Bütünleşmek - Doktora yapıp – Öğrenmenin sonu olmadığına inanmak.....
Doğrusu Alevilik, ilimin sonunun olmadığı ‘’Ebedin sonu, Ezelin de başlangıcıdır’’ düşüncesini savunan, yenilikci, halk yönetimi ve insana odaklanmış bir yönetim düzeni ve kültürel yaşam biçimidir.
Hoşca kalın, Hakça kalın - Veyis Haydardedeoğlu