Alevilikde Kadının Yeri

Kadın, 2000 yıldan buyana Alevi Bektaşi düşüncesinde kutsallaştırılmıştır.  Eski Türk inançlarından olan ''Ata Erkil'' düşüncesi Alevi Bektaşilikde ''Ana Erkil'' olarak yerini almakla kadının yüceliği vurgulanmış ve kadının yeri cemlerede ayrıcalık kazanmıştır.  Elbette, Türk dünyasında bu düşünce yeni değil, Henüz 1300 yaşında olan İslamiyet'den de önceki zaman diliminde görülmektedir.   Bilindiği gibi dört yıl önce Hırıstiyan dünyasında kadın Rahibenin kilisede ayin yapabilmesine olur veren sistem oldukca büyük tartışma yarattı. Böylece,  din, sosyal yaşamda ve insan vicdanında büyük sorun yaratır diye, bu atamayı hem yargı mercek altına aldı, hemde hırıstiyan dünyası karşı gelmişti.  Oysa,  Alevilik yaşamında kadın 2000 yıldan fazla kutsal sayılmıştır.

Hacı Bektaş düşüncesi asırlarca Anadolu toplumu tarafından kucaklanmış ve yaşatılmıştır. Ne varki, bu yenilikci akım 14. yy'yılda Yıldırım Beyazıt'la kesintiye uğramış, oğlu Sultan Selim zamanında bu kesinti kıyımlarla doruğa ulaşmıştır.  

Bundan sonra da, değişik yörelerde farklı ayaklanmalar olsada, Osmanlı tarafından kanlı bir şekilde bastırılmıştı. Bu süreç içinde yeni bir sisteme gerek duyulmuş ve ilk defa polis sistemi yaratılmıştır.

Peki bu yenilikci akım neden kesintiye uğramıştı? 16. yy'ılın başlarında Osmanlı din kültüründe rönesans adı altında ibadet şeklinde değişime zorlamış, Türkçe olan ibadeti Arapça'ya çevirmiş ve bir Arap'laşma süreci başlatmıştır. Yazım dili Arapça, ibadet dili Arapça ve Divanı Hikmet Kuran'a dönecek ve Arapça okunacaktı. Anadolu halkı ayaklanmalarının bedeli olarak toplu katliamlara varan kıyımlarla baş başa kalmış, kültürel farklılık yok sayılırcasına etnik temizleme yolu seçilmiş ve halk Alevi - Sünnü diye iki ayrı kutuplarda yer almış. Rönesans adına, II Selim fermanına karşı gelenler, Kıbrıs, Makedonya, Arnavutluk ve Ege adalarına sürgün edilmiş, kabul edip düzene ayak uyduranlarda Arap kültürünü kabul etmekle başbaşa kalmıştır. Bu dönem, Alevi Bektaşi inancının temizlenme harekatının başlangıcı olmuştur. Artık,  Anadolu'da iki toplum vardır. Padişah Arap'laşatırma fermanına karşı gelen Aleviler ve fermana boyun eğen Sünnüler diye. (II. Selim Fermanı - Dr Nazım Beratlı'nın Kıbrıs Türk'ü Alevimi sayfasına bakınız)

Bu sistem, aynı zamanda kadını kutsallaştıran sistemi yıkıyor, kadının sosyal haklarını hiçe sayıyordu. Padişah tarafından görevlendirilen din ülaması (Kadı), kadın haklarını yasaklayan ferman üzerine ferman çıkarıyordu. Asırlarca, kadına Ana Erkil hakkı tanıyan kültür sistemi yok oluyor ve kadını erkeğin hizmeticisi olarak tanıyordu. Kıyafet değişimi, mal mülk edinme, eğitim, sosyal hak ve vatandaşlık hakları kaldırılıyor Türk kavimlerinde süregelen yaklaşık 4000 yıllık kadın özgürlüğüne kelpçe vuruluyordu.

Bu dönem Türk toplumu arasında parçalanmanın temel taşını oluşturur. Fermana karşı gelmenin maliyeti acımasız ve çok ağırdı. Baskı, toplu kıyım ve sürgün bunların başlıca cezasıydı. Din Arapça, ibadet Arapça ve yazım dili Arapça olacaktı. Bunun üzerine Molla yetiştirme okulları açılıp Anadolunun her tarafına gönderip bir kültürel asimilasyon başlatılmıştı.

Ne varki, günümüz AKP iktidarı sanki Padişah fermanı gibi anayasa değişimine giderek kadın haklarını 16. yy'ıla taşırcasına yenilik adına ideolojik tabana dayanan düzenlemelerle kadın haklarını tekrar ihlal etmeye başlamıştır.  Elbette, bu sistem Türkiye'yi yine bölecek ve16. yy'ın karanlık dönemine mi taşıyacak diye akla geliyor. 

Dolmabahçe sarayında bunu daha iyi ve net şekilde görebiliyoruz. Selamlık ve Haremlik diye iki ayrı bölüm var. Selamlık bölümünde ibadet yeri kapatılmıştır. Yaklaşıp içine baktığınızda 40'lar makamını görebilirsiniz. Haremlik bölümünün ne zaman yapıldığını söylemeye gerek yok. Yinede bilmeyenler için yazalım. Anadolu Türk'ünü Arap'laştırma süreci başladığı dönemde yapılmıştır. Kadına yasak burada getirilmiş ve kadın toplu meclislerden ayrılmıştır.

Alevilikde KadınınnYeriAlevilikde KadınınnYeriGeleneksel Türk kadını giyim kuşamı Arap kıyafet kültürüyle değiştirilmiştir. 
Manto -  Feraçe olarak bilinen (Ferajeh) kıyafet üstü atılan bir giysiydi. (Feraçe Türkçe kökenli bir kelime değildir. ya Arapça ya da Farsça'dır)
Baş Örtüsü  -  Buna da Yaşmak denildi (Yashmahk). Boyun ve yüzün alt kısmını kapatmak için kullanıldı. (Farsca bir kelime)
Göz Örtüsü -  Peçe olarak bilindi ve yüzün (Phecheah) üst kısmını kapatmak üzere kullanıldı.

Osmanlı Padişahlarından en güçlü ve kanun adamı olarak bilinen Kanuni Sultan döneminden sonra (1520-1566), İmparatorluk  17.yy'da doğu ve batıda en fazla fetihlerle genişleme dönemini yaşamıştır.  Hiyaraşik sistemde büyük değişimler yaşandı. Kadına kraliçe statüsü verildiyse de, İslamlaşmada önemli görevler yapıp yetki sahibi oldu. Ancak, siyasal hayatta söz sahibi hakkını hiç elde etmedi. Daha doğrusu kadın özel toplantıların dışında halka açık yerlerde konuşma özgürlük ilkesini yaşamadı. Diğer kraliyet kadınları gibi yetenek, zeka ve bilgileri için ne ödül verildi, ne değerlendirildi,  ne de halk arasında fikirlerini açıkca söyleyebildi. 

Osmanlı hanedanlığı din temeline bağlı bir sosyal düzen kurmuştu. Her kişinin otorite nişanını belirleyen işaretleri vardı. Savaş dönemleri hariç kıyafetde rütbeyi simgeleyen bu nişanlar her zaman takılması gerekliydi. Örneğin,Rusyalı Büyük Peter'in reformlarını örnek alarak, Fes,feodalismin simgesi olarak 1826 Vakayi Hayriyeden sonra Sultan II Mahmut tarafından yenilik adına kıyafet reformunun bir parçası olarak kullanılmaya başlandı. Bilindiği üzere Vakayi Hayriye yani Hayırlı Vaka, Yeniçeri ocağının Belgrad ormanlarında yerle bir edilmesiydi. Aslında bunun adı vakayi hayriye değil de vakayı şerriye olmalıydı zira bu dönem Osmalının yok oluşunun başlangıcıydı. Çünkü kadın kıyafetinde işlenen bir çok faili meçhul cineyetler bu dönemde işlenmiştir.

Tabi ki, 1923'de Atatürk'le başlayan sosyal reformlar, 1925'de şapka kanununuyla devam etti. 1934 Yasaklı Kıyafetler Kanununuyla dini temele dayanan tüm işaret, sembol ve nişanları kaldırdı. Anadolu giyim kuşamını Avrupa kıyafetiyle kıyasıya değiştirildi. 

Bu hareketle Osmanlı döneminde kadın haklarının yoka sayıldığı devirin bir derece sonu olduğunun da habercisi oldu. Özgürlük getirilirken tüm Arap kıyafeti ve Arapça olan herşeyin sonu demekti. Modern Türk kadınının değerlerinin yeniden yaratılması ve çıkarılan kanunlarında kurumlaşmasıyla kadın haklarının 400 yıllık uğradığı kesintinin sonu demekti.  

Günlük "Vakit" Gazetesi 30 Mart 1930'da Atatürk'ün şu sözlerini yayınladı  "Efendiler, kahraman Türk kadını yerde sürünmek için doğmadı, zira omuzlarda göklere yüceltilmeyi çoktan hak etmiştir".  

3 Mart 1924 Halifelik devrinin kapandığı günlerin hemen arkasından, kadının hak ettiği seçme ve seçilme hakkı veriliyor, Arap alfabesi kaldırıllması için harekete geçiliyor, onun yerine latin alfebesi getirilmesi gibi bir çok reflormların yanısıra, kıyafet, eğitim ve kadınların eğitimi için bir seferberlik başlatmak gibi bir hayli yeniliklerin ayak seslerininin duyulduğu günlerdi. Atatürk bu yenilikleri getirirken bir hayli hurafe ve mollaların isyanınıyla karşıladıysa da kısa zamanda üstesinden gelindi. İsyanlar bastırıldı ve yeni doğan Cumhuriyet meclisine 1935 yılında 19 kadın Millet Vekili seçildi. Solda parlementoya seçilen ilk Türk kadın millet veklilleri.  

1926 yılında Büyük Millet Meclisi tarafından kabulle yürürlüğe giren ve Türk kadınlarını "şeriat" zincirinden kurtaran Medeni Kanun ile, Türk kadınına 400 yıl evvel kaybettiği hakların iade edilmesinin temeli oluşmuştur. Artık kadın güçlenmeye, kişiliğini bulmaya başlamış ve erkeğinin yanında sosyal faaliyetlere katılmaya hazırdır. Türk Kadınına Seçme ve Seçilme Haklarının Verilmesi Medeni Kanun ile erkeklerle eşit haklara sahip olan Türk kadınına, 3. TBMM tarafından 3 Nisan 1930' da kabul edilen bir yasa ile belediye seçimlerine katılma hakkı tanınmıştır. 1931 yılında da Türk kadını ilk kez tıp dünyasında varlığını göstermiş ve ilk kadın cerrahımız çalışmaya başlamıştır. 

4 Mayıs 1931' de ilk toplantısını yapan IV. TBMM tarafından 26 EKim 1932' de kabul edilen bir yasa ile Türk kadınına muhtar, köy ihtiyar kurulu üyeliğine seçilme ve seçme hakkı tanınmış; ertesi yıl da, 8 Ekim 1934' de kabul edilen ve 5 Aralık 1934'de yürürlüğe giren bir başka yasa ile kadın-erkek eşitliği alanında bütün haklar, "Kadınlara Milletvekili Seçme ve Seçilme Hakkı" nın tanınmasıyla verilmiş oluyordu. Atatürk' ün Kadın Hakları Konusundaki görüşleri ve gerçekleştirdikleri, bugün dünya aydınlarının ve Birleşmiş Milletler Teşkilatı 'nın yaymaya çalıştığı kadın hakları ile ilgili görüşler, Atatürk tarafından çok önceleri dile getirilmiş ve çoğunlukla da uygulama alanına sokulmuştur. Atatürk, Cumhuriyet' in ilanından dokuz ay önce Şubat 1923 'de şöyle demiştir: "Bizim sosyal toplumun başarısızlığının sebebi, kadınlarımızakarşı gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir. Yaşamak demek faaliyet demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun, bir organı faaliyette bulunurken, diğer bir organı işlemezse, o sosyal toplum felçlidir." 

Atatürk, çağdaş bir düşüncenin ürünü olan bu sözleriyle kadının toplumdaki yerini belirlemiştir. Atatürk' ün Türk kadınına beslediği sevgi ve saygı, Kurtuluş Savaşındaki gözlemleri ile iyice perçinleşmiştir. 1923 yılında Konya' da yaptığı bir konuşmada, bu hissiyatını büyük bir içtenlikle dile getirir. "Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadını kadar emek verdim, diyemez".

Yapılan devrimler sonunda İslam mahkemeleri kapatılıyor, Şeriat kanununu İsveç Medeni Hukukuyla, Ceza Kanunu da İtalyan modeliyle değiştiriliyordu. 

1926 ile 1934 yılları arasında yapılan reformlarda Aile hukuku, yurtdaşlık kanunu ve kadına tanınan hakların yalnız İslam dünyası değil batılı ülkelerde bile  şaşkınlık yaratmış ve bir ilke imza atıyordu. Bunlardan en önemlisi de, 1926 yılında kadın haklarının verilmesi 11 yıl İsviçre'den ve 12 yılda Fransa'dan önce Atatürk tarafından vermiş olmasıydı. 

Keriman Halis Türkiye'yi 1932 Dünya Güzellik yarşmasında temsil etti. 3 Ağustos 1932 günü yapılan seçimde panel Jurileri  Güzellik yarışmasının ödülünü bu genç Türk kızına vermekle Dünya Güzeli seçmişlerdi. 1934 yılında soyadı kanununda Atatürk dünya güzeli Türk kızına "Ece" soyadını vererek sen bizim Türkiye'mizin Ece'sisin dedi. Zira Türkçe de Ece kraliçe anlamına geliyordu..  http://www.alevilik.com.au/../oldsite/dogus/1932%20Turk%20Guzeli%20Kerime%20Halis.JPG 

Sağda 1932 yılı Dünya Güzelli Keriman Halis ve solda da 2002 Güzellik yarışmasında Türkiye'yi temsil eden Azra Akın. 

Atatürk devrimleri öncesi ve sonrası Türkiye nasıl kıyaslanabilirki. Bir tarafdan kadın haklarını ihlal etmiş, kadını erkeğin hizmetcisi olarak gören bir Osmanlı mantığı, diğer tarafdan kadın ve erkeği aynı terazide gören hatta kadına öncelik veren Atatürk devrimleri. Atatürk'ün şu sözlerini nasıl çağın gerisinde düşünebilirsiniz ki: "Kadınlarını okutmayan milletler yok olmaya mahkumdur".    

Batı dünyası önünde en büyük bir başarı kaynağı, günümüzde Cumhuriyet mahkemelerinin en yüksek zirvesinde bir kadın hakimin olmasıdır. Yüksek mahkeme bir kadın hakimin emanetine bırakılmıştır.  Bu gün Türkiye'de avukatların, hakimlerin doktorların çoğunu kadınlar oluşturuyor hatta sayıları ABD'den yüksek orandadır.  Bilim ve siyasetden tutda en üst yönetim kadroları ve basın yayın örgütlerini bile kadınlarımız temsil etmektedir. 
Buda günümüz Türkiye'sinin modern yüzü. 

 

Ne garip bir iştir değilmi? Günümüzün AKP hükümeti zamanı geri çekip Türkiye'nin dokusunu 
14. yy'la taşımaya çalışmaktadır?  

Veyis Haydardedeoğlu.